Culman Arcanus
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Kurgu 1. Bölüm; Hiçliğin Çığlığı
 
AnasayfaAnasayfa  KapıKapı  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Emilie. *

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Emilie Ingebjørg
Yazar
Emilie Ingebjørg


Mesaj Sayısı : 109
Kayıt Tarihi : 01/05/09
Yaş : 31
Nerden : Ner'den.
Rpg Partner : Yok.

Emilie. * Empty
MesajKonu: Emilie. *   Emilie. * EmptyCuma Mayıs 08, 2009 8:52 pm

Emilie. * 32670029
Emilie Ingebjørg
Hammerfest ~ Norveç

Soğuk bir kış gününde Norveç’in Hammerfest şehrinde dünyaya geldim. Üç ay boyunca gündüzleri bile güneş görmeyen kenti, doğumumla karanlıktan kurtardığımı söylerdi annem hep. Beni ışık saçan bir yıldız olarak düşünmekten mutluluk aldığını biliyordum. Benden önce üç çocuk düşürmüş, yine de mucizelere inanmaktan vazgeçmeyerek bir bebeğe sahip olacağını hayal etmişti. Bunun hayatına mal olabileceğine dair uyarılar, babamın çocuk sahibi olma konusundaki isteksizliği ve anneannemin acımasız kehanetleri onu yıldırmaya yetmedi. Güçlüydü; zengin eşlerinin kollarına girip sosyetik partilerde kumar oynayan kadınlardan farklıydı. Babam gibi bir parafili hastasını ömrünün sonuna kadar idare edebilecek kadar da sabırlıydı. Beni, amaçsız yaşamına amaç yapmak, geçmişteki hatalarını unutabileceği bir geleceğe sahip olmak için doğurdu. Bunu hak ediyordu. Tanrı ona beni verdi. Sonu görünmeyen, düz bir yolda yürümektense; dikenli, dolambaçlı bir labirentte benimle ilerlemeyi seçti. Yalnız bir hayatı geride bıraktı ve yaşamını bana adadı. Benim için, bana rağmen, benimle yaşamaya başladı.

İyimser olduğum söylenemezdi. Böyle bir anneye sahip olduğum için şanslı olduğumu pek düşünmezdim. Babam benim için başlı başına bir utanç kaynağıydı. Onun ölmesini istediğim için kendimden nefret ediyordum. Yıllarca, kötü bir insan olduğum düşüncesini hafızamdan silemedim. Korkularla yaşayan ve hayatını korkularına göre yönlendiren bir çocuktum. Babam bende değişmez bir erkek imgesi yaratmıştı. Hayatıma hiçbir erkeğin girmesine izin vermeyeceğimi, veremeyeceğimi çok küçükken anlamıştım. Annem bunu fark ettiğinde, değişik arayışlara yönelmemden korktu. Psikologlar benimle konuşmakta başarısız oluyorlardı. Duygularımı ifade etmekte zorlanıyordum. Bu sadece acılarım için geçerli değildi. Anneme olan derin, sarsılmaz sevgimi dışa vurmak bile benim için başlı başına bir işkenceydi. Hayatı içimde yaşamayı seviyordum.

Annemin tüm uğraşlarına rağmen okulda da parlak bir öğrenci değildim. Keskin bir zekâm ve gördüğü hiçbir şeyi unutmayan güçlü bir hafızam vardı. Bunun farkında olmama rağmen derslere karşı ilgisizdim. Bütün günü arkası soyulmuş kalemimi ağzımda döndürüp hayal kurarak geçirirdim. Hareketli ve haylazdım, derslerden kaçıp ağaçların tepelerine, pencere pervazlarına tüner, öğretmenlerin şikâyetlerini umursamazdım. Hırçınlığım annemi bezdirmişti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Psikologlara durumumu anlatırken, babamın hastalığını gizlediğini biliyordum. Doktorlar ise çaresizce dengesiz davranışlarımın ve sakladığımı sansam da konuşmalarımdan açıkça seçilen korkularımın sebeplerini arıyorlardı. Mutlaka bir şey vardı. Olmalıydı.

Evdeki korkunç yaşamdan sıyrılmamı kitaplar sağlıyordu. Bütün yaramazlığıma karşın kütüphane benim sevgilim gibiydi ve bu tüm öğretmenleri şaşkınlığa uğratıyordu. Satırların arasında kaybolmayı, kim olduğumu unutmayı seviyordum. Yaşım ilerledikçe psikolojik kitaplar daha çok ilgimi çekmeye başladı. İnsanların ruhsal değişimlerini görmek ve davranışlarıyla duyguları arasında neden sonuç ilişkisi kurmak hoşuma gidiyordu. Sanırım bu sürekli kendimi sorgulamamdan ve eleştirmemdendi. Davranışlarımı yargılar, kendimi kontrol edemediğim zamanlarda öfkeden deliye dönerdim. Birinin bana söylediği en ufak bir söz, beni derinden yaralamaya yeterdi. Hâlbuki ne kadar da dayanıklı, güçlü görünürdüm. Kimse bilmezdi ki, cilalı çelik zırhın altında; kırılgan bir çocuk saklanırdı.

Babamın anormal davranışlarının, bende de anormalliklere yol açtığını biliyordum. Bunu kendimden başka kimseye itiraf edemediğim için, bir arkadaşımın bana şaka yoluyla ‘anormal, tuhaf’ gibi yakıştırmalar yapması bile aylarca gözyaşı dökmeme neden oluyordu. Sıradan bir insan olmak için neler vermezdim. Yerinde ve zamanında, doğru davranmayı asla öğrenememiştim. Sürekli birilerini taklit ederek yaşamak bu yüzden bana çok batıyordu. Beceriksizin tekiydim. Başarılı olduğum tek dal bile yoktu. Annemi de mutsuz ediyordum. Bende hatalarını görüyordu. Başaramadığı hedeflerini, gerçekleştiremediği hayallerini yansıtıyordum. Benden nefret etmekten korkuyordu. Beni doğurduğu güne lanet etmekten korkuyordu. Kendinden, hayatından, Tanrı’dan nefret etmekten korkuyordu. Babam, bizim korkularımızla besleniyordu. Ondan nefret ediyorduk. Ölmeliydi. Bu düşünce beni korkutsa da, içimin derinliklerindeki umut fidanlarını harekete geçiriyordu.

Babamın beni zehirlediğinin farkındaydım. Anneme destek olmayışımın sebebi, bütün yaşadıklarına rağmen babamla birlikte olmayı, beni onun yanında büyütmeyi seçmiş olmasıydı. Beni doğurmasının bile büyük cesaret olduğunu biliyordum. Peki, kaçmaktan neden korkuyordu? Uzakta, babamın bizi bulamayacağı, hoyrat ellerinin bize uzanamayacağı bir yerde sadece ikimiz yaşayabilirdik. Bu; benim en kıymetli düşümdü. Geceleri babamın hastalığının izleri kulaklarımı tırmalarken, onu hafızamın arka raflarından çıkarır, saatlerce gözlerimin önünden gitmesine izin vermezdim. Annemle konuşsam, gitmeye razı olabileceğini biliyordum. Ama bu benim için imkânsızdı. Annemin, yıllarca babamın hastalığını bilerek acı çektiğimi öğrenmesi onun için büyük bir yıkım olurdu. Beni doğurmakla yaptığı fedakârlığı ona böyle ödüyordum. Onun için en değerli hayalimden vazgeçiyor, her geçen dakika biraz daha, biraz daha eksiliyordum.

En büyük korkum babam gibi bir adamla evlenmekti. Annemin derin, mavi gözlerinden başka hiçbir özelliğini taşımıyordum. Kaderimin onunkine benzeyeceği düşüncesi bana acı veriyordu. Hayal kırıklığına uğramak istemediğim için tüm duygularımı bastırmaya çalışıyordum. Birdenbire dünyadaki tüm erkekler düşmanım oluvermişti. Hiçbirine güvenemiyor, hiçbirini sevemiyordum. Hayatımı, kaderimi annemin yaptığı gibi bir başkasının ellerine bırakmayacaktım. Bu evden, bu ızdıraptan kurtulduktan sonra her şeye yeniden başlayacaktım. Ama nasıl, nasıl, nasıl? Bu soru hiç aklımdan çıkmıyor, onu cevapsız bırakmak beni öfkelendiriyordu. Kaçış planları bana göre değildi, annemi o evde bir caniyle baş başa bırakmak istemiyordum. Polise şikâyet etmeyecek kadar akıllıydım, babam şehrin tanınmış hukukçularındandı ve herkesi küçük kızının hayal gücünün oldukça geniş olduğuna inandırabileceğinden emindim. Ama her şeye rağmen; gerçekleri bildiğimi annemin anlamasını engelleyerek bu adamdan kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Vardı da. Düşünmeye bile korktuğum; her şeyin mükemmel olmasını sağlayacak bir son, ya da başlangıç: Cinayet. Bu sözcüğü telaffuz etmek bile tüylerimin ürpermesine yetiyordu.

Evet, babamı öldürmeyi defalarca düşünmüştüm. Bunu, özgürlüğüme kavuşmak için olmasa bile, intikam için yapmam gerekiyordu. Ancak dokuz – on yaşlarında, küçük bir kızın, ellilerinin ortalarına gelmiş, sapasağlam bir adamı öldürmeye çalışması; kulağa oldukça gülünç geliyordu. Zaten buna hazır olmadığımı biliyordum; hem fiziksel açıdan, hem de ruhen. Onun ölüm düşü; yaşamdan bunaldığım zamanlarda, kalbimin derinliklerine gömdüğüm define sandığının içinden çıkardığım değerli bir mücevherdi. Ama ölmedi. O mucizevî mektubu alana kadar, her gün ölmesi için dua ettim. Dinine son derece bağlı olan annem, beni umursamadığını ve isteklerimi göz ardı ettiğini düşündüğüm Tanrı’dan soğuduğumu görerek kimi zaman üzerime geliyordu. Bu ise benim daha da asabileşmeme neden oluyordu; hiç kimsenin, hiçbir şeyin baskısını üzerimde hissetmek istemiyordum. Bu yüzden Hogwarts’tan gelen mektubu görünce o okula gitmek için duraksamadım. Birkaç sene önce olsaydı; annemi bir caniyle yalnız bırakmayı aklımın ucundan bile geçirmezdim. Oysa artık durum değişmişti. Onun kendini düşünmemesi beni deli ediyor, acizliğini, zavallılığını görerek yaşamak günden güne daha da zorlaşıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.editboard.com
Emilie Ingebjørg
Yazar
Emilie Ingebjørg


Mesaj Sayısı : 109
Kayıt Tarihi : 01/05/09
Yaş : 31
Nerden : Ner'den.
Rpg Partner : Yok.

Emilie. * Empty
MesajKonu: Geri: Emilie. *   Emilie. * EmptyCuma Mayıs 08, 2009 8:53 pm

Hogwarts’tan mektup geldiği gün, odamdaki pencerenin pervazına oturmuş, kitap okuyordum. Her zamankinden farksız, sıradan bir gündü. Annem elinde mühürlü bir zarfla kapıdan girdiğinde, yüzünde garip, anlaşılamayan bir ifade vardı. Fazla arkadaşım yoktu, yalnız olmayı severdim. O güne kadar bana kimseden mektup gelmemişti, peki ya bu kimdendi? Şaşkın gözlerle zarfın üzerinde yazanları inceledi ve onu bana uzattı. Nedense heyecanlanmamıştım, sakince mektubu açtım ve okumaya başladım. Aştığım her satırla birlikte, kalbim daha da delice çarpmaya başladı. Bütün bu yazılanların, beni sevmeyen birinin uydurması olabileceğini düşündüm. Ancak hayal kırıklığına uğramak istemediğim için bir kenara attığım mektup için birkaç gün içerisinde eve gelen görevli, bana bütün bunların ‘gerçek’ olduğunu ve yapmam gerekenleri anlattı. Her şey hızlı bir şekilde olup biterken, annem hiç ses çıkarmadan, hüzünlü gözlerle beni izliyordu. Babam ise hala olanların şaşkınlığındaydı. İlk duyduğunda dakikalarca gülmüş, böyle hurafelere inanacak bir adam olmadığını söylemiş, tek kızının da falcı olmasını istemediğini açıkça belirtmişti. Ancak eve gelen görevli onun şüphelerini yok edebilecek kadar düzgündü, ayrıca kararımın, onun söylediklerine göre şekillenmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden hem annem, hem de o; hiçbir şey söylemeden kararı bana bıraktılar.

Yatılı bir okula gitme kararını tereddüt etmeden almama rağmen, annem aklımdan çıkmıyordu. Ona olan kızgınlığım yüzünden onu yalnız bırakmış olmam kendimi suçlu hissettiriyordu. Yine de bir tercih yapmıştım ve bunun geri dönüşü yoktu. Pişmanlık zavallılara yakışırdı. Pişman olmayacaktım. Olmamalıydım.

Hogwarts’ta pek başarılı bir öğrenci olmasam da; iyi bir Quidditch oyuncusuydum. Uçmak özgür hissetmemi sağlıyor, beni rahatlatıyordu. Yaşım ilerledikçe ilgi alanlarımı keşfetmeye, kaybettiğim benliğimi satır aralarında aramaya başladım. Zamanla; okuldan ve arkadaşlarımdan kalan tüm vaktimi kitaplar doldurdu. Okudukça tamamlıyordum sanki kendimi. Her kitapta, her karakterde birer parça buluyordum kendimden. Yazarak birleştiriyordum parçalarımı. Belki bilinçli, belki bilinçsiz; yazdığım her satırda; ‘ben’i anlatıyordum.

Önceleri vicdanım beni ufak tatillerde de eve gitmem için zorluyordu. Gidiyordum da. Annemin yanında olmak pahasına, birkaç haftalık işkencelere katlanmaya razıydım. Ancak büyüdükçe; beni esir alan suçluluk duygusundan kurtulmaya başladım. Noel ve diğer tatillerde ders çalışma gibi sudan bahanelerle okulda kalıyor; anneme bir süre daha mektuplarla idare etmesi gerektiğini söylüyordum. Evden nefret ettiğimi biliyordu. Hiçbir zaman dönmem için ısrar etmedi. Bu; ondan iyice uzaklaşmamamı sağladı. Aslında ona mektup yazıp durumunu sormak bile bana yeterince acı veriyordu. ‘Baba’ sözcüğü tabulaşmıştı aramızda. Ne o, ne de ben söz ediyorduk ondan. Sessiz bir antlaşmaya varmıştık sanki.

Babam; ona duyduğum nefretin ve kinin nedenini benimle yeterince ilgilenememesinde görüyordu. Sık sık harçlık veriyor, eksikliğini parayla gidermeye çalışıyordu. Annemi üzmemek için ağzımı açmıyor, sadece onun uzağında olmaya özen gösteriyordum. Bakışları, davranışları, her şeyi batıyordu bana. Yaz tatillerim kâbustan farklıydı. Bunlardan ötürü Hogwarts’ın benim için apayrı bir büyüsü vardı. Beni haksız yere mahkûm olduğum hapishaneden çekip almış, yepyeni başlangıçlara yelken açmamı sağlamıştı. Belki de geçmişimden izler taşımayan, kendimi ait hissettiğim tek yerdi.

Yedinci sınıftayken evden bir mektup aldım. Bunun da annemin artık çok azına cevap alabildiği olağan mektuplarından biri olduğunu düşündüm ve zarfı sonra açmak üzere çantamın derinliklerine attım. Günün ortalarında, sıkıcı bir aritmansi dersinde açtığım zarftan annemin ölüm haberi çıktı. Hiçbir tepki veremedim. Donup kalmıştım. Aslına bakılırsa, üzülmemiştim ve bu bana acı veriyordu. Annem ölmüştü ve ben, en ufak bir üzüntü duymamıştım. Hatta sevindiğim bile söylenebilirdi. Bundan sonra bambaşka bir hayatım olacaktı; annemin acizliğini ve babamın caniliğini görmeden yaşanacak bir hayat. Yine de, istemeye istemeye cenazesine gittim ve babamla, aylardan sonra ilk kez o mezarlıkta konuştum. Ona bir daha onu görmek istemediğimi, ondan hiçbir şey almayacağımı ve bir gün mutlaka anneme yaşattıklarının intikamını alacağımı söyledim. Bildiklerim onu şaşkına çevirdi, tek kelime bile edemeden baktı arkamdan. Ancak sonra, hiç beklemediğim bir anda; tanımadığım, tombulca bir kadın yanaştı yanıma. Bana yaşamının en zor günlerini yaşatacak haberi verdi: Annem giderken arkasında bir de bebek bırakmıştı. Hissettiğim ilk şey delicesine bir öfke oldu. Annemin böyle bir şeye cesaret edebilmesini aklım almıyordu. Bu bebek bana verilmiş bir ceza gibiydi sanki; geçmişimden asla kurtulamayacağımın bir kanıtıydı. Peki, ben ne olacaktım? Ne yapmam gerekiyordu? Ne yapacaktım? Bilmiyordum. Öylesine yoğun düşünüyordum ki, birkaç dakika sonra kulaklarımda uğultular duymaya başladım, gözlerim karardı; yavaşça, yumuşak zeminin üzerine bıraktım kendimi.

Uyandığımda her yer beyazdı. Duvarlar, tavan, lamba, üzerinde yattığım yatak ve çarşaflar. Gözlerimi kapadım ve her şeyin bitmiş olmasını diledim. Fakat bir kez daha, babam hayal kırıklığına uğrattı beni. Onun sesiyle kendime geldim ve ona iyi olduğumu söyledim. Yanımdaki koltuğa oturdu. Uzunca bir süre ikimiz de konuşmadık. Konuşamadık. Neden sonra, havanın nasıl olduğundan bahsedermiş gibi, bir kardeşim olduğunu söyledi bana. Dişlerimi sıktım ve öfkemi yumruklarıma hapsettim. Aslında haberi ilk duyduğum ana göre çok daha sakin olduğum söylenebilirdi. Yumuşamıştım ve daha rahat düşünebiliyordum. Okulu bitirmeme iki aydan az zaman kaldığı geldi aklıma. Belki de kardeşimi ben sahiplenebilirdim. Bu beni ne kadar korkutsa da; onun da babamın gölgesi altında büyümesini istemiyordum. O anda kararımı verdim. Onu alacaktım. Babama kararımı açıklarken, dikkatlice gözlerine baktım. İlk başta itiraz etse de; anlamıştım. Bebeği istediği yoktu, sözlerimi duyunca çehresi aydınlanmış, bakışları rahatlamıştı. Okulum bitene kadar çocuğu evde tutmasına izin verdim, tabii bir bebek bakıcısıyla birlikte. Kabul etti. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar olmuştu, ağzımdan çıkanların hızına yetişemiyordum. Doğru mu yapıyordum? Annemin benden bunu bekleyeceğini düşünerek kendimi rahatlattım.
Kardeşimi ilk gördüğümde, dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Ne kadar da güzeldi. Minik elleriyle ve parlak bakışlarıyla dünyayı keşfetmeye çabalıyordu. Uzun uzun seyrettim onu. Neden sonra, üç kelime döküldü dudaklarımdan: 'İsmi Boreas olsun.' Hayatıma bir fırtına gibi girmiş, yüreğimi esip kavurmuş, bütün tabularımı, kurallarımı ezip geçmişti. Ona ancak; Rüzgâr Tanrısı’nın adı yakışırdı.

İki ay; su gibi akıp geçti. Heyecanlıydım. Benim kadar özgürlüğüne düşkün bir insanın, daha on sekizine girmeden çocuk sahibi olması ne kadar da olağanüstüydü. Yaşamımdaki her şeyin, hızlı değişimlerle yıkıldığını, kendime sürekli yeni temeller kurduğumu fark ediyordum. Bütün bunlar beni korkutsa da, asla vazgeçmedim. Boreas’ı ilk gördüğüm andan itibaren, içim anlamadığım bir enerjiyle dolmuştu. Hiç olmadığım kadar güçlü hissediyordum kendimi. Kardeşimi büyütebilecek kadar güçlü. Ona yetebilecek kadar güçlü.

Okulu bitirdiğimde ilk işim onu evden almak oldu. Babamın teklif ettiği tüm paraları reddettim. Hogwarts’tayken yazdığım birkaç yazıyı edebi bir büyücü dergisine yollamış, bir köşe kapmıştım. Haftadan haftaya bu dergi için çalışacaktım. Bu benim için büyük bir fırsattı, hem kendimi tanıtmamı sağlayacak, hem de yıllardır üzerinde çalıştığım kitabımı bitirene kadar parasız kalmamı engelleyecekti. Ayrıca derginin görüntü işinin büyük bir bölümü bana bırakılmıştı; her gün bir saatten fazla vaktimi fotoğraf çekmeye ayırıyordum. Boreas için bakıcı tutacak param yoktu; oturduğumuz minik dairenin kirasını bile zar zor karşılayabiliyordum. Boreas kardeşim olmasına rağmen, ona annelik içgüdüsüyle yaklaşıyor, bende meydana gelen bu tuhaf değişimlere şaşırıyordum.

Aradan iki yıl geçti. Boreas geçtiğimiz mayıs iki yaşına bastı ve ben de kasımda yirmimi dolduracağım. Hiç olmadığım kadar mutluyum. Kardeşimde geçmişimi bulacağımı, babamın gölgesinden kurtulamayacağımı düşünmüştüm başlarda; ancak şimdi; bu korkularımın yersiz olduğunu anlıyorum. Her geçen gün biraz daha tecrübe kazanıyorum çocuk bakmak konusunda. Kardeşimin bana ne şekilde hitap etmesi gerektiğine karar veremediğim için, bana ‘Emilie’ demeyi öğrettim ona. Ancak hayatıma Boreas’tan başka tek bir erkeğin girmesine bile izin vermedim. Babamın bende yarattığımı etki öylesine güçlü ki; kendime itiraf edemediğim kadar delicesine korkuyorum. Küçüklüğümden beri annemin kaderini alacağıma inanırdım. Bunun olmaması için en küçük ihtimalleri bile yok ediyorum çevremden. Hiçbir erkeğin bana yaklaşmasına izin vermiyorum. Annemden aldığım tek şey, hayatımı bir başkasına adamam oldu. Bir de mavi gözler tabii…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.editboard.com
Emilie Ingebjørg
Yazar
Emilie Ingebjørg


Mesaj Sayısı : 109
Kayıt Tarihi : 01/05/09
Yaş : 31
Nerden : Ner'den.
Rpg Partner : Yok.

Emilie. * Empty
MesajKonu: Geri: Emilie. *   Emilie. * EmptyCuma Mayıs 08, 2009 8:55 pm

L E J A N T
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.editboard.com
Emilie Ingebjørg
Yazar
Emilie Ingebjørg


Mesaj Sayısı : 109
Kayıt Tarihi : 01/05/09
Yaş : 31
Nerden : Ner'den.
Rpg Partner : Yok.

Emilie. * Empty
MesajKonu: Geri: Emilie. *   Emilie. * EmptyCuma Mayıs 08, 2009 8:56 pm

Eklenmek için 100 x 100 boyutunda bir ikon, karakteriniz hakkında ön bilgi ve kesinlikle bir kurgu gerekmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.editboard.com
 
Emilie. *
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Emilie ~
» Emilie Ingebjørg

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Culman Arcanus :: Culman Arcanus {Hazırlık} :: Karakter İşlemleri :: Lejant-
Buraya geçin: